KENDİ ŞEHRİNİ YARAT
İNSEL İNAL’DAN BİR TERS-OKUMA DENEMESİ
Fırat ARAPOĞLU
“Ah sanat kendi büyülü yokoluş edimini bir gerçekleştirebilse! Ama çoktan çekip gitmiş olduğu halde yokoluyormuş gibi yapmayı sürdürüyor”
Jean Baudrillard
Post-modern düşüncenin ileri sürdüğü savlardan birisi, coğrafyanın tahrip edilmesi gerekliliği. Çünkü post-modernizme göre, zaman ve mekan (Batı’nın miti Tarih’tir; Descombes) modernizmde disiplin kurma aracı olarak, sınırlandırılmış ve kuşatılmıştır. Mekan, toplumsal yapının “inşasındaki” sonuçları gizlemekte ve gündelik yaşamın rutini içinde iktidar ve disiplini barındırmaktadır. Bu konu için Michel Foucoult’nun mekanın bir disiplin aracı olarak kullanılmasında manastır ya da okul örneklerini vermesini anımsamak yeterli. Peki, bu noktada şehir yaratımı nasıl sorgulanabilir? Şu bir gerçek ki, post-modern okumalar ile birlikte şehir ve şehir dönüşümünü irdelemek iyice ağırlık kazandı. Eğer kent bir makine gibi tasarlanırsa, yekpare bir bütündür ve insanlar üzerinde iktidar yaratmaktadır. Yani diğer bir deyişle, insan mimariyi değil, mimari insanı inşa etmekte ve kullanmaktadır. Peki, bu durumda ne olacak? Bu yekpare kurulma içerisinde, ayrıksı unsurlar dışlanacak, bütünsel yapıyı oluşturan elemanlardan dışlanan bu unsurlar, ilk olarak ezilecektir. Yani, ayrıksı ve marjinal olanlar; iyiye, doğruya, güzele giden yoldaki kurbanlar olacak. Peki, dışlanan ve dışlanmakta olan bu parçalar görünür kılınabilir mi?
İnsel İnal’ın “Kendi Şehrini Yarat” isimli çalışması işte bu noktaların görünür olmalarını sağlıyor. 1000 adet seramik Lego parçası ile oluşturulan iş, kent dönüş(tür)ümü konusunda farklı okumalara izin vermekte. Etkileşimli enstalasyon olarak tasarlanan çalışma, “yaratıcı yıkma” edimine, yani bir inşa sürecine parmak basıyor ve bir şehrin kurulması esnasındaki unsurları işaret eden “seramik parçaları” bir sistem oluşturmak üzere kurgulanırken; kırılan, sistem dışına çıkan unsurlar değersizleşiyor veya imha ediliyor. Şehri kim yaratıyor derseniz, tabii ki biz.
Bu tarz bir çalışma ile etkileşime giren katılımcı, Lego parçaları ile oynamaya ve yerleştirmeye başladığı anda aslında kendi yaşam görüşüne göre yapısını kurmaya başlıyor. Üstü üste, yan yana katılımcı/lar tarafından yerleştirilirken parçalar, bazıları dengede duramıyor ve katılımcının tercihine göre sistem-dışı kalarak düşüyorlar. Göç edenleri, şehre uyum sağlayamayanları imlemekte bu unsurlar ve sistem kendini inşa ederken, periferiyi temsil eden bu unsurlar dışarıda kalacaklar. Sınıfsal yapı içerisinde ezilecek ve kırılacaklar.
İnsel İnal, 1990’lardan bu yana Türkiye’de çağdaş sanatın önemli isimlerinden. Disiplinlerarası yöntemle çalışan bir sanatçı olarak birçok farklı formu kullanıyor ve bu formları ulusal ve uluslararası platformda sergiliyor. Daimi bir araştırma halinde olduğu tespit edilebilen İnal, sanatın her şeyden önce yaşama bir müdahale olduğunu, olması gerektiğini vurguluyor ve sanat işi sunulurken, sanatçı ve katılımcı arasındaki sınırın flulaştırılmasını arzuluyor. 1990’ların başından bu yana İnal’ın, belirli oranlarda 1960’ların “intermedya” başlığı altında toplanan sanat hareketlerinde (Fluxus, Happenings, Performans Sanatı vs.) geliştirilmeye başlanılan, edilgen bir izleyici, okuyucu, dinleyici yerine, aktif bir biçimde eserle etkileşimli bir ilişkiye girecek katılımcılar, alımlayıcılar üzerine bir üretim stratejisi tasarladığı gözlemlenebiliyor. Ürettiği işlerin birçoğunun aktive olması ve alımlanması için bizzat katılımcı olunması gerekli. Öte yandan Yoko Ono da, 2007’de yılında Sabancı Kasa Galeri’deki “Open City” sergisinde “Mend Peace” çalışmasında, tam da İnsel İnal’ın işaret ettiği değersizleştirilen, imha edilen varlıkların izleyiciler tarafından bir araya getirilmesini önererek, kırık seramik parçaların yapıştırılmasını istiyordu. Farklı seramik ürünlerin kırık parçaları bir masa üzerinde durmaktaydı ve sergiye gelen izleyiciler bu parçaları, masanın üzerinde bulunan yapıştırıcı vb. araçlar yardımı ile birbirlerine yapıştırmaktaydı. Böylece katılımcı etken olarak işe - ki bu toplumsal bir soru/n olarak da okunabilir - katılarak kırılan noktaları onarabilirdi. Böylece ortaya yeni bir yapı, yeni bir dünya çıkacak ve katılımcının seçtiği parçalar farklı da olsa birbirlerini bütünleyerek barışa geçilebilecekti.
Çoğu proje belirli bir temelden ortaya çıkmakta ve gelişmekte. Bundan dolayı “Kendi Şehrini Yarat” çalışmasına biraz daha yakınlaşabilmek için gelişim sürecine yakından bakılabilir. Sanatçı 2007 yılında Galata Perform’un Görünürlük Projesi kapsamında “Kendi Bahçeni Yarat” başlığı altında etkileşimli bir etkinlik ve daha sonraları bu etkinliğin fotoğraflar ile kayıt altına alınarak dokümante edilmesi stratejisini içeren bir çalışma tasarlamıştı. Katılımcılara öncelikle bir bahçıvanın çiçek ekimi ile ilgili bilgiler verdiği bir video izletir İnal ve daha sonra 20 kadar katılımcıya mekana getirdiği çiçekleri, toprak ve saksıları dağıtır. Burada bilgilendirilme süreci bitmiştir ve katılımcıdan (Dikkat! artık edilgen bir “sanatsever” değildir) çiçek ekme edimine geçmesi ve daha sonra bu ektikleri çiçek ve saksıyı kendi seçtikleri bir güzergahta, fazla görünür olmayan yerlere yerleştirip, konumlandırması istenmektedir. Katılımcılar şehri dönüştürmeye başlamıştır, İnal ise çiçek ekme edimi esnasındaki süreci Polaroid bir makine ile kayıt altına alır ve böylece bütüncül- performans dokümante eder. Sanatçı bu görüntüleri henüz kullanmış değil.
“Kendi Şehrini Yarat” başlıklı çalışma buradan hareketle gelişti ve ilk 17 Aralık 2008 – 18 Ocak 2009 tarihleri arasında Tuzla’da, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti organizasyonunun “Taşınabilir Sanat” Projesi kapsamındaki “Hakkımda Ne Biliyorsun?” inisiyatifinde sergilendi. Daha sonra ise Mayıs – Haziran 2009 döneminde Ümraniye’de yer aldı. Bir sonraki durağı ise Küçükçekmece Cennet Kültür Merkezi.
İnsel İnal’ın çalışmasının tümel, toplumsal sorunlardan birisi oluşunu gösteren önemli bir unsur Newcastle’daki sergide aldığı reaksiyonlar. INX Exchange İstanbul – Newcastle Projesi kapsamında 9 – 10 Kasım 2009 tarihleri arasında burada bulunan sanatçı, “Construct a City by Yourself” adı altında aynı çalışmayı farklı bir bağlamda burada katılımcılara sundu. Etkileşimli bir enstalasyon olduğu kadar, burada bir performansa dönüşen işinde sanatçı, izleyicilere şehir ve periferi arasındaki ilişkileri, bizzat kendilerinin müdahale etmelerini isteyerek göstermiş oldu. Katılımcılar etkileşimli bir ilişki ile Lego parçalarını bizzat kutusundan çıkarıp, bir düzlem üzerinde yerleştirmeye başladılar. Yukarıdan iplerle dengede tutulan bu düzlem üzerine Lego parçaları yerleştirilirken, oluşan yapı belirli parçaları dışarıda bırakmak zorunda kaldı.
Böylece farkındalık yaratmak ve bununla beraber bir diyalog kurma arzusu, sanatçı ve seyirci arasında fark kalmamasını sağlayarak daha demokratik bir ortamın oluşmasını sağlayabiliyor. İzleyici ve sanatçı arasındaki (yapay ya da gerçek) bir sahnenin varlığı, daha az demokrasi demek. Ama bir kez aradaki sınır flulaştırmaya başlandı mı işte o zaman herkes eşit olacak yani “Herkes Sanatçıdır” (Joseph Beuys) şiarı işlerlik kazanmaya başlayacak.
İnal’ın çalışmaları sanat tarihinde birçok çalışmaya referans olabiliyor. Böylece de başarılı ve devamlılık gösteren bir sanatçının yapması gereken edimi gösteriyor: Geçmiş ve bugün arasındaki (çelişkileri ve olumsuzlukları da dahil) sürekliliği muhafaza ederken, yeni okumalar oluşturan işler üretebilmek. Ayrıca Beuys’un “Düşünce Plastiktir” ve “Herkes Sanatçıdır” düsturlarını da hesaba katan çalışmalara imza atıyor; arzuladığı ise eser üzerinden bir bilgi aktarma ve katılımcı ile sanat eseri arasındaki farkındalığı ilerletmek. Sanat genel iletişim ağı içerisindeki enformasyonlardan birisi ise, o zaman düşünce yolu ile bir iyileşmeyi (Beuysvari şamanistik arınma) sağlayabilir. İnal bu noktada göstermelik ilişkisel eserlerin yerine, bizatihi işin kendisinin dönüştürüldüğü eserle, izleyici katılımını bir “gösteriden” ziyade, bir tür işe “müdahaleye” devşiriyor.
Güç ve dengenin, farklılık ve eşitliklerin, manipülasyon ve gerçekliklerin sorgulandığı bir alan burası. İnsel İnal, bu konuları nitelikli sorgulamalar ile sunmaya devam ediyor. Ayrıca Reflex Grup gibi yeni ve genç girişimleri küratöryel bazda da destekleyerek, sanatın yaşama müdahale etme gerekliliği ve bunun tekrar topluma sunulması edimini farklı bir mecrada da yürütüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder