16 Kasım 2009 Pazartesi

Hangi Gerçeklik?

Hangi Gerçeklik?
İnsel İnal
(Sanatçı, Akademisyen, Küratör)
Reflex Grubu haziran ayı içinde Ümraniye Kültür Merkezi’nde kişisel belleklerinden yola çıkarak “bilgi nesneleri” hakkında derledikleriyle, “Müdahale-Müsamere” adlı bir sergi açıyor. Deniz Rona, Itır Demir, Kardelen Fincancı ve Evrim Özarslan’ın dahil olduğu “Reflex”, üzerimize yağan bilgilerle gerçekleri arasında oluşan uyumsuzluklardan beslenen projelerini gündeme getirmeyi deneyecek.
Beş yıldır fakültemde verdiğim, bu sergiyi oluşturan sanatçıların da üç yıl önce son sınıftayken dahil olduğu, güncel sanat pratiklerinden oluşan derslerim sırasında, sanat reflekslerini tekrar elden geçirerek kodlarken, farkındalık odaklı uygulamalar gerçekleştirdik. Yapılan inceleme, araştırma, okuma ve sunumlar sonrası ortaya çıkan sonuçlar, grubu oluşturan sanatçıların, bu zamana kadarki projelerine bir nevi hazırlık sağladı. Sanatçıların farkındalık süreçleri, bugün kişisel ve bağımsız ifade dillerini oluşturmakta.
“Reflex”, lisans dönemlerinde bahsi geçen ders sırasında resim ve heykel öğrencileri tarafından kurulan üç yıllık bir grup. Son sınıf dönemlerinde açtıkları sergilerde başlayan birliktelikleri ise hala devam etmekte. (Reflex Grubu'nun blogu için tıklayınız.)
Es geçileni malzeme yaparak fark ettirmeyi amaçlayan ‘Müdahale-Müsamere” adlı bu sergide ise sanatçılar; yeni bir şeyler ortaya koyarak, yeni bilgiler üretmek veya göstermek, yeni sözler söylemek yerine, “hangi gerçeklik?” sorusunu sordurtmayı istiyor.
Grup, gündelik yaşamda bilgi aktaranlara odaklanarak, tepkisel deneyimlerini paylaşma uğraşısı vermekte. Lyotard ile gündemimize daha çok yerleşen bilgi odaklı düşünceler, grubun tüm işlerinde algılanabilir. Bilgi, kurum, kişi veya iktidarın dönemsel ahlakı ile şekillendiğinden, sanki bilimden çok, sanatın daha fazla malzemesi olmakta. Çünkü bu açıdan bakıldığında bilgi, gerçeği işaret etmekten çok, farkındalıkları arttırmak için, rahatsızlık duyularak sanat eserinde yerini alıyor.
Bilgi ve maniple edilenler üzerinde kendi algı odaklarından yola çıkan grup üyelerinden Deniz Rona, kendi söylemini, David Fincher’in “Dövüş Klübü” filmindeki 25. kareye referansla; kimin kimi seyrettiği, seyredenin mi, seyredilenin mi iktidar olduğu belli olmayan televizyonların üzerinden kuruyor. Devamlı bilgi gibi gözükenlerin aktığı ekranların karşısında, kişisel varlığın korunamamasını vurgulayan sanatçı, bedeniyle televizyon arasındaki boşluğu kendine dert, işine konu ediyor.
“Bir şeyi medya üzerinden bilmek, çok çabuk değişen ve değiştirilen gündem nedeniyle -o bilgiye karşı bir refleks oluşturamadan- tepkisiz kalmak demektir. Bu nedenledir ki; izleyen, medya üzerinden gördüklerini yüzeysel boyutta takip eder. Hızlı tüketime sunulmuş, “sadece seyirlik malzeme”yle karşı karşıya kalan toplum, zaten sorgulamadığından, görüneni sorgusuz kabul eder. Her türlü alanın kısıtlanma ve ihlali, yıkımı, parçalanması, dağıtılması ve yok edilmesi dünde kalır. Bugün için bir yenisi her zaman vardır. “ (Deniz Rona, kişisel notlar)
Itır Demir iki projesiyle bu sergiye katılıyor. İktidara ait olan bilgi ve kaynaklarının bilgilendirmek üzere değil susturmak veya bastırmak üzere aktarıldığını bize hissettiren sanatçı, sessizliği işaret ederken, Rona’nın boşluğu anlatan projesiyle paralellikler kuruyor.
.”Düşünmenin ve düşündüğünü ifade etmenin tehlikesiyle bireylerin birbirine karşı azalan güveni, kişiliklerin gitgide silinir hale gelmesine sebep oluyor. Susmak artık bir gereklilik haline getirilmeye çalışılıyor. Sözün gümüşten değersiz olduğu, sükutun ise altın çağını yaşadığı dönemimiz, kim bilir daha ne beklenmedik sürprizlere gebe!” (Itır Demir, kişisel notlar)
Susmanın bir tavır veya duruş olmaktan öte, bir görünmeme isteği olduğunu fark etmemizi amaçlayan Demir, “Sus” adlı projesini bu sergide deneyimlemeyi amaçlıyor. İkinci projesi “Uçak Dolar / Dolar Uçak” performansında, seyircisiyle başka bir deneyimini daha görünür şekilde paylaşacak olan Demir, serginin ve sergilemenin anlamlarındaki metaforlarını konusuna dahil ediyor. Metaforlarla kendine anlatım olanakları geliştiren proje, gündelik yaşamın artık pek fark edilmeyen -ama nedense travma da yaratmayan- platformlarında seyircisini gezdirmeyi amaçlıyor.
“Savaş ve oyun kavramlarının bağlamlarından faydalanarak oluşturulan proje, şiddetin günlük yaşamın içine ne denli sindiğine dikkat çekmek istiyor. Saydam bir fanusun içinde bulunan sanatçının kağıtlardan yaptığı uçakları bulunduğu alan içine fırlatmasıyla fanusun içi zamanla doluyor. Metaforlarla kendine anlatım olanakları geliştiren proje, fanus içindeki bedenin metaforlarını da projeye merkezliyor.” (Itır Demir, kişisel notlar)
Demir, devamlı uçak üretse de, (üretime rağmen) düşerek biriken uçaklarla aynı kaderi bir fanus içinde yaşama dramını, seyircisine canlı olarak aktaracak.
Kardelen Fincancı da sergi mekanındaki güvenlik görevlileri üzerinden sözünü söylemeyi seçiyor. Güvenlik görevlisinin çağrıştırdıkları üzerinden seyircisinin farkındalığını tekrar kurgulamasını talep eden sanatçının bu projesi, Reflex’in geçmiş bir sergisindeki “Aslan Terbiyecisi” adlı çalışmasına referans veriyor. İnteraktif bir yapıyla seyircinin sergiye veya sergilenene dahil olabilmesini isteyen sanatçı aslında bizimle beraber bu süreci aynı anda paylaşıyor.
Seyirci ve sanatçı arasındaki varolduğu düşünülen hiyerarşik yapının kırılmasına da olanak tanıyan, ‘aynı anda deneyimi paylaşım’ durumu, sergi yapı bütününün tekrardan algılanmasını olanaklı kılıyor.
“Herhangi bir kültür merkezine gittiğinizde, nedir sizi etkileyen? Bir resim mi, bir yerleştirme mi, ya da mekanın köşesine yerleştirilmiş bir video mu? Yoksa her daim peşinizde dolanarak, baktığınız o resmin, o duvarda asılı olduğu sürece devlet malı olduğu kadar, sizin de o sınırlar içinde en az o resim kadar devlet malı olduğunuzu hatırlatan güvenlik görevlisi mi? Bir kültür merkezinde etkilenip de neyi fotoğraflamak istersiniz? Ya da belki şöyle sormak en doğrusu; bir kültür merkezinde neyi fotoğraflarsanız fotoğraflayın, o fotoğrafta eksik olmayacak tek şey nedir, bir güvenlik görevlisinden başka?” (Kardelen Fincancı, kişisel notlar)
Güvenlik görevlisi ile iktidar arasındaki bu paralelliği projesine konu eden Fincancı, alışılmış lunaparklardaki eğlence malzemesiyle, seyirciye; devlet, sanat ve birey arasındaki ilişkilerle ilgili hissedilenleri rasyonel analizlerle değerlendirmek gerektiğini vurguluyor.
Fincancı ikinci işinde ise süslenerek gizlenenleri önümüze koyma çabasında sanki. Açılınca bir sürü olan kağıt motiflerle mekanı kaplayacak olan sanatçı, süsleyerek saklama refleksiyle seyirciyi yüzleştiriyor. Bilgi saklanmak içinse bilgi olabilir mi? Ne kadar saklansa da, gerçek yaşamdan uzaklaştırılabilir mi?
“Sanatçı Dikkat! adlı çalışmasında genel geçer normlar üzerine kurulu ‘gözümüzün algıladığını’ ya da ‘göz hizamızda olanı’ görme ve gerisini görmezden gelme durumunu seyircinin ayağının altına yerleştirdiği kağıttan çocuklarla bozuyor. Seyirci ister istemez, işe yaptığı müdahale ile, görmezden gelmenin yarattığı şiddet ortamıyla birebir ilişki içine giriyor. Sonucunda ise sanatçı, seyircinin zarar verdiği çocukları görünür kılmayı yine seyircinin kendisine bırakıyor.”
Evrim Özarslan bu sergideki projesinde bilgi ve kapitalizm arasındaki rant ilişkisine bizi çekiyor. Rant kulelerinden bilgiyi kendi sermayesine halel gelmemesi için yönlendirenlerin, yine bu kulelerden hunharca ve bir anda öteki ilan edilenlerin, modern toplum ideallerinin, bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğinin üzerinde duran Özarslan, kendi etnik kökenlerinin ise kişisel dışavurum reflekslerine müdahale etmesine izin vermiyor.
“Rant elde edecek olanlar her zaman kan dökmüştür. Kanı dökülenler, kan dökenler, dökülen kana izleyici olanlar ve akan kanın sonucunda rantı elde edenler onlar olacaktır. Ali Akay’ın “Postmodern Görüntü” kitabında “kimliksizleşme” üzerine yazdığı kısımların birinde sorduğu gibi; “ ‘onlar’ mı yoksa öteki ‘onlar’ mı yaptı?” (Evrim Özarslan, kişisel notlar)
Tetiklenen ırkçılığın ancak arttırılacak farkındalıklarla yok edilebileceğini vurgulayan sanatçı, renkli şekerlerle işini oluşturacak.

“Çalışmamda renkli şekerlerden yapacağım Siirt halısının üzerinden geçerek salona giren katılımcıyı, ayakkabılarına bulaşacak kurtulması güç rahatsız edici yapış yapış durumun içine sokarak, milliyetçiliğin nasıl bir çıkmaz ve ne kadar bulaşıcı olduğunu hissettirmeye çalışacağım.” (Evrim Özarslan, kişisel notlar),
Sergiye üç işle katılacak olan sanatçı, diğer işini, ‘her şeye rağmen değişmeyenlerden olan’ zaman ve algısı üzerine kuruyor. Güncel ve çağdaş kelimelerinin çağrıştırdıklarını bize anımsatan bu iş, aynı zamanda iki farklı coğrafyada yaşayanların paylaştığı tek ortak paydanın zaman olduğunu bize hissettiriyor. Bunun üzerinden kapitalist manipülasyonları farklı bir şekilde karşımıza çıkartıyor. Bilginin çıkar amaçlı verilmesi bu işin ana kurgusunu oluşturuyor.

“Zamanı durdurma isteklerinden insanlar hiç vazgeçemiyorlar. Bunu bilen düzen sağlayıcılar teknolojilerini, hep zamanı durdurmak ya da biraz olsun yavaşlatmak için geliştiriyorlar. İlk akla gelen, reklamlarını izlediğimiz kozmetik ürünler. Erkeklerin kendilerini daha aktif göstermek için satın almaları gerektiğine inandırılan veya kadınların daha genç gözükmek için tüketmeleri empoze edilen kimyasallar.” (Evrim Özarslan, kişisel notlar)
Aslında tıbbın koruyucu hekimliği geliştirmek yerine bu konularda bilgi ve teknoloji üretmesi ile oluşturulan düzen, Özarslan’ın işlerinde, tıpkı Itır Demir’in “Uçak Dolar / Dolar Uçak” projesindeki gibi bir rahatsızlık olarak seyircinin karşısına çıkıyor.
“Bütün içerik ölümsüzlüğü anlatır durur. Zaman bütün bunlara rağmen kendi yolunda aldırmadan devam eder. İnsanlar ise kendilerini akıp giden bu zaman içinde bir şeylerin peşinde savaşarak oyalanır.” (Evrim Özarslan, kişisel notlar)
Aslında bu sergi bir gerçeklik arayışı veya anlamlandırması değil. Sanatçıların müdahale edilirken müsamere haline gelenleri ortaya çıkarma çabaları olabilir. Bir çok ortamda, bir çok gerçeklik arasında kalanların içinden sayıklaması gibi.
“Hangi gerçeklik, hangi gerçeklik?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder